Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Şidlü Dede Efsanesi

Şidlü Dede (Şid Abdal) zaviyesi ve vakfının ne zaman kurulduğu belli değildir. Ancak Hacıemiroğulları Beyliği zamanında kuruluşunun gerçekleştiği kesin gibidir. Konu ile ilgili en eski belge Fatih Sultan Mehmed Dönemi’nde 1455 tarihi tahrir deftedir. Zikredilen deftere göre zaviye ve vakfı, Karye-i Kuzköy’de (günümüzde Kabataş ilçesi Kuzköy) teşkilatlandırılmıştır. Vakıf,  Şidlü Dede’nin oğlu Şeyh Hasan’ın üzerinde kayıtlıdır. Zira babası Şidlü Dede (Şid Abdal) 1455’te sağ değildir.

Bahaeddin Yediyıldız, Şidlü Dede zaviyesi ve vakfı ile ilgili olarak tahrir defterindeki kayıtlara ve şahısların ellerinde bulunan vesikalara (1687-1814 yılları arasında kaleme alınmış on adet belge) dayanarak kapsamlı bir araştırma yapmıştır. Ona göre köye ilk gelen ve Kuzköy’ü kuran kişi Şidlü Dede’dir. Fetih hakkı olarak köyün malikhane hissesini sahiplenmiş, bu hakkını kurmuş olduğu zaviyeye vakfetmiştir. 

Şidli Dede’den kaldığına inanılan bir tas, bir tencere, bir teste, küçük bir değirmen taşı, bir alem, bir de ejderha başlı asa köyde yapılan müzede korunmaktadır. Onun hakkında hala efsaneler anlatılmaktadır

Yaşadığı devirde Şid Abdal Hazretleri’nin ünü ve keramatlari, ağızdan ağıza İstanbul’a kadar ulaşır. Hristiyanlar, anlatılan bu rivayetlere pek inanmazlar. Fakat ününün yayılmasından da pek rahatsız olurlar. Bunun önüne nasıl geçebileceğini düşünürler. Sonunda, Şid Abdal Hazretleri, hiç çekinmeden İstanbul’a gider.  Ona:
-
Senin ermiş olduğunu söylüyorlar, seni kızgın bir fırtına atalım da keramatini görelim, derler. Şid Abdal Hazretleri yanındaki çocuğu göstererek:

-Bu çocuğu atalım da hep beraber görelim, der. Razı olurlar, çocuğu fırına tarlar. Çocuk; kızgın fırının içinden, “Üşüdüm” diye bağırmaya başlar. Böylece Şid Abdal Hazretleri’nin ermişliğine inanırlar.

Diğer efsane ise şöyledir:  
“Şid Dede, Ordu’ya geldikten sonra yerleşmek için kendisine bir yer aramaya başlar. Uzun süren geziden sonra, bir tepeden şimdiki Kuzköy’ün olduğu yeri görür. Karşıdan karşıya çok beğenir. Beğendiği yerin neresine yerleşeceğini belirlemek için karşı tepeden elindeki bastonu fırlatır. Baston, Kuzköy’ün bir mevkiine gelip dikilir. Dikildiği yerde, hemen bir süt akmaya başlar. Süt pınarı, asırlar boyunca çevredekilerinin süt ihtiyaçlarını karşılar. İsteyen gelip buradan ihtiyacı kadar süt doldurur. En küçük bir sıkıntı çıkmadan bu kaymak kullanılır. Bir gün kadının biri, gidip kirli çamaşırlarını süt pınarında yıkar. Yıkar yıkamaz süt pınarı kurur. Artık akmaz olur. Köyün ileri gelenlerinden bir zat gidip dua eder: Allah’ım!  Bu pınarı bize tekrar bahsedersen iki baş öküzümü kurban edeceğim, der.  Pınar tekrar akmaya başlar fakat su olarak”