Yıllarca evvel, Sivas topraklarında geçim çok zorlaşmış… Topraklar çoraklaşmış… Sivas bölgesinde yaşayan bir Türkmen topluluğu, daha bereketli olduğunu duydukları Canik topraklarına göç etmeye karar vermişler. Fakat bu göçü gizli yapmaları gerekiyormuş. Bulundukları bölgenin dışına çıkabilmeleri için devletten izin almaları icap ettiğini, ancak, bu göç için kendilerine izin verilmeyeceğini tahmin ettiklerinden, bir gece, bütün oba halkı hazırlıklarını yaparak, Sivas - Koyulhisar - Sisorta üzerinden Ordu topraklarına girerek, Karagöl Dağı eteklerine ulaşmışlar.
Türkmenler, Karagöl Dağı’nın bir uzantısı olan Göndeliç Tepesi’nin adam uçuran rüzgarlarına göğüs vere vere, doğu eteklerindeki dar bir vadiye sığınmışlar.
Oba halkı, bir taraftan geri çevrilme korkusu, öte yandan günlerce süren yolculuğun verdiği yorgunlukla, dağ havasının gittikçe sertleşen soğuğu ile bitkin bir hale gelmiş. Önlerinde aşmaları gereken uzun yollar, tepeler, dereler, vadiler bulunduğu için, konaklamayı kısa kesmek zorunda kalmışlar.
Tekrar yola koyulacakları sabah, kafiledeki hamile bir kadın, biri kız, diğeri oğlan ikiz doğurmuş. Kadıncağızın geride boy boy ve fakat her biri ayrı ayrı bakıma muhtaç, bazısı ana eteğine yapışmış durumda (10) çocuğu daha varmış… Şaşırmış kadıncağız, bu kadar kalabalık çocuklarla yola nasıl çıkacağını düşünmeye başlamış. Yolculuk bu, diyerek ikizlerini sarmış-sarmalamış… bir müddet kafile ile birlikte yürümeye başlamış.
Bu sırada, Türkmen topluluğunun Bey’i, göçtükleri yerden arandıklarını da haber aldığı için, yürüyüşü hızlandırmış; dağılan sürülerden geri kalanları kurda, ayıya lokmalık bırakarak, dur dinlenme bilmeden, vadi boyunca Ordu topraklarında ilerlemeye başlamışlar.
Karagöl Dağı’nın kuzeybatı eteklerinde Maden Obası yakınlarına kadar gelinmiş. Fakat, ikizleri taşıyan ananın burada dermanı tükenmiş… Bu kadar canla obasının takip edemeyeceğini anlamış… Yeni doğan yavrularından birini Maden Obası’nın bitişiğindeki çamlığın kenarında bir kayanın kovuğuna bırakmış, yerini işaretlemiş. Gözyaşlarının diğer yavrularından ve oba halkından saklayarak, kafileyi yeniden takip etmeye çalışmış.
Türkmen topluluğu, arkada olan bitenden habersiz, daha emin yerlere doğru yollarına devam etmişler ve nihayet denizi gören tepelerin eteklerinde konaklamışlar.
Maden Obası çamlığında kaya kovuğuna bırakılan yavruyu ise o sırada bir Elik Keçi’si görerek, yanına yaklaşmış. Çocuk keçiye keçi çocuğa hemencecik alışmış. Keçi, bu insan yavrusuna analık yaparak emzirmeye, yüzünü gözünü yalamaya başlamış…
Aradan bir süre geçer, Canik topraklarına yerleşen Türkmen Obası, çocuğun geride bırakıldığından haberdar değildir. Ana ise korkusundan durumu kimseye anlatamamıştır. Fakat içi kan ağlamakta, yavrusunun hayali O’nu perişan etmektedir.
Bu acıya daha fazla dayanamayacağını anlayan talihsiz ana, bir gün ansızın obasından ayrılır ve evvelce geçtiği yerleri sorarak, yavrusunu terk ettiği Maden Obası çamlığına kadar gelir. Fakat işaret ettiği kaya kavuğunda yavrusunu bulamaz. Tepeler çıkar, vadilere iner… Canavarların kol gezdiği Maden Obası ormanlarını bir baştan bir başa, bağıra, çağıra, gözlerinden kanlı yaşlar akıtarak dolaşır. Yavrusu arar… Fakat ne bir ses, ne bir ize rastlar.
Zavallı ana, aylardır içine akıttığı ve bütün oba halkından sakladığı gözyaşlarını salıvererek, ufak bir derenin kenarına çöker… Hıçkırıkları dağları, tepeleri oldurur adeta… Bütün ümidi kaybolmuştur. Gece olmadan bu ıssız yerden uzaklaşması, diğer yavrularının yanına dönmesi gerektiğini düşünür, yerinden kalkar. Artık hiçbir ümidi kalmamıştır.
Birden, karşı yamaçta bir dağ keçisi, Elik Keçi’si görür, adeta göz göze gelir. Keçi başını çevirir ve yamaca doğru koştuktan sonra birden durur ve tekrar kadıncağızdan tarafa bakar.
O an, annenin içinde bir his kaynaşır, evladına kavuşacağı ümidi doğar ve keçiyi takibe karar vererek, o tarafa doğru koşmaya başlar… Keçi kah durur, kah koşar; fakat izini kaybettirmeden arkadaki bir vadiye kadar gider. Zavallı kadın, ayakları parçalanmış, gözleri yaşlı bir halde, her tarafı otlarla kaplı bu ufacık vadiye iner. Bir de ne görsün? Otların arasında bir yavru uyuklamaktadır… Çocuğudur bu… Koşarak yanına varır, hasretle kucaklar, sevinç gözyaşlarını alabildiğine koyuverir…
Neden sonra, sakinleşen ana, kendisine buraya kadar getiren keçiyi hatırlar, çevresine bakınır. Ufak bir tümseğin üzerinde duran Elik Keçi’sinin buğulu gözleri ile karşılaşır. Bir süre ıslak bakışlarla birbirlerinden gözlerini ayıramazlar…
Yavrusuna kavuşan ana minnettar. Keçi ise belki de analığını noksansız yapmanın, fakat emzirdiği insanoğlundan uzak kalmanın tarifsiz duygusu içindedir. Bu hal, çok sürmez. Elik Keçi’si birden tümsekten iner, karşı yamaçtaki ormana doğru koşarak, gözden kaybolur, gider…
Yavrusuyla Canik’teki obasına dönen kadın, başından geçenleri anlatır oba halkına. Bu oba halkı, Türkmenlerin Armut Eli, Armuteyna veya Armut Kolu adlarıyla tanınan büyük bir oymağının mensubudur. Herkesi bir sevinç dalgası sarar, artık o günden sonra Elik Keçi’si eti de yememeye kadar verirler ve bunu kendilerine haram kılarlar.
O gün bugündür Ordu, Giresun ve hatta Sivas bölgelerindeki bir kısım Türkmen toplulukları Elik Keçi’si avlamaz ve av için çevrelerine gelenlere izin vermedikleri gibi, obalarında, köylerinde de ağırlamazlar.
Yıllar sonra Türkmenlerin bir kısmı tekrar eski yurtlarına, yaylalarına dönerler ve buralarda kurdukları yeni yerleşme yerlerine “Armut Eli, Armuteyni, Armut Kolu” gibi adlar verirler.
Günümüzde Mesudiye’nin Yeşilce Bucağına bağlı Armut Kolu adındaki köyün de böyle kurulduğu rivayet olunmaktadır. Karagöl Dağı eteklerinde Keşkaya, İn Boyu, Çakmaklı, Yassıyurt, Yeni Oba, Maden Obası ve Arap Damı Obalarının ilk sakinlerinin de Armuteyni Türkmenleri oldukları tahmin edilmektedir.
Yeşilyurt
Eriçok Tepesi
Armut Kolu Obası / Mesudiye